14 Temmuz 2016 Perşembe

Palak

Sırtımdaki un çuvalı ağır sayılmazdı.Karanlıkta yere bırakmadan ,tahta kapının açılmasını bekliyordum..Henüz aralanmıştı ki aniden omuzlarıma dayanan iki  kol ve ağırlık beni neredeyse yere kapaklıyordu. Düşmemek için duvara tutunurken, açılan kapıdan amcam "Palaak" diye sert bir ses tonuyla bağırdı.

Devasa bir çoban köpeği, dili bir karış dışarda mahcup bir şekilde amcama bakıyordu.Bir kangalın sahip olabileceği heybet ve güzelliğin muhteşem uyumu, kocaman kafası ,kabarık kıvrık kuyruğu,kısa yuvarlak kulaklarıyla karşımda duruyordu.Amcam"korkma sırtındaki çuvala dalmıştır,birşey yapmaz "dedi.Beni sakinleştirirken bir yandan anlatıyordu.Palak ,baharda sürüleriyle köyden geçen yaylacıların çoban köpeklerinden biriydi..Amcamların kapısında dişi köpeğe takılmış sürüye dönmemişti.Amcamlarda ona tüy topağını andırdığı için Palak adını takıp yanlarına almışlar.Şaşkınlığım rahatlamaya dönüşmüştü.Fındık toplamaya yardım etmek için geldiğim köyde Palakla dost olmanın planlarını yapmaya başlamıştım bile.Kısa tatilimin güzel geçeceğini düşünerek iyice keyiflenmiştim.


Palakla ikinci karşılaşmamız hüzünlü olmuştu.Köpeklerin sahiplerini yardıma çağırırken çıkardığı yakarış ve inleme sesini duymuşsunuzdur.Amcamlar evlerine günaşırı uzaklıktaki fındık bahçelerine gitmişler, Palağı bir zincirle fındık dalına bağlı, sıcak havada aç susuz unutmuşlardı.İnleme seslerini takip ettiğimde Palağı bulmuştum.Çenesini, ileriye uzattığı ön ayaklarının ortasında otlara yapıştırmış kafasını kaldırmadan gözleriyle "işte görüyosun,durum bu" der gibi bana bakıyordu.Açlık ve susuzluktan olsa gerek beni karşılamak için doğrulmaya üşeniyordu.Oyalanmadan eve doğru alçak fındık dallarının altından yarı eğilip yarı kalkarak koşmaya başladım.Eve vardığımda kapının arkasında asılı duran ekmek torbasından yuvarlak koca bir köy ekmeğinin yarısını kaptım,aceleyle dolaptan birkaç parça peyniri falan poşete attığım gibi, babamların arkamdan seslenmesine aldırış etmeden kendimi Palağın yanında buldum.Kan ter içinde kalmıştım.Getirdiklerimi fazla yaklaşmadan önüne doğru hafifçe atmaya başladım.Hayvan açlıktan koca bir elektrik süpürgesi gibi verdiğim yiyecekleri silip süpürdü.En son otların içinde kalan kırıntıları bile sanki bir ressamın hassas fırça darbeleriyle dokunması gibi hızlı ama dikkatli bir şekilde topladı .koca kafası ve dişleriyle tezat oluşturan bu hali üzgün olmasam komik bile gelebilirdi.En son, getirdiğim kaba yakındaki çeşmeden su doldurup uzanacağı bir kenara bıraktım.Su içmesini bitirdikten sonra ikimizde rahatlamış gibiydik.

Birbirimizi incelerken bir yandanda  Palakla aramda bir bağ kurmak için onunla konuşuyordum.Çocuklukla gençlik arasında bir yerdediydim ,tabikide rahat durmayacaktım.Her ne kadar yaklaşmaktan korksamda özellikle çoban köpeklerinin tehdit hissetmedikçe saldırmayacağını biliyordum.Herhalde o an için kendisine yiyecek veren bu çelimsiz genç onu tehdit edecek en son kişiydi. Cesaretimi toplayıp yanına yaklaştım. Boynundaki zinciri çözerken uslu bir çocuk gibiydi.Sanırım sıkı bir dostum olmuştu.


Artık köydeki sayılı günlerim güzelleşmişti ve su gibi geçiyordu.Gündüz biraz fındık işlerine yardım ediyor,genelde Palakla beraber köyün etrafını keşfe çıkıyorduk.Bazen ben onu buluyordum bazende o beni.Eğer uzakta beni görmüşse koca cüssesinin aksine yıldırım  gibi koşup ön patilerini omuzlarıma dayar adeta beni kucaklar ,koca siyah burnunu zorla öptürürdü.Akşam olup evine döndüğünde ,bende diğer yaşıtlarımla takılırdım.Palak yanımdayken uzak dururlardı.Zaten gündüz vakti çoğu fındık bahçelerinde uğraşırdı.Akşam vakti biraraya gelirsek muhabbet eder veya uzaktaki köy kahvesine giderdik.

O akşamda kahveye giderken bizim eve seslenip beni  dışarı çağırdılar.Biraz şakalaştıktan sonra kahveye gitmek için yola çıktılar.Ben onlara katılmak istemedim.Yol uzaktı ve o yorgunluğu çekmek istemiyordum.Eve girdikten bir süre sonra yalnız kendimi yalnız hissetmeye başlamıştım.Fikrimi değiştirdim ve peşlerinden gitmeye karar verdim.Şöyle bir sorun vardıki; hala karanlıktan korkuyordum heleki gece vakti kahveye giden yol üzerinde , hakkında birbirimize ecinni hikayeleri anlatıp, başkalarından da dinlediğimiz en az iki yer vardı.

Keşke o ürkütücü hikayeleri yola çıkmadan önce hatırlayıp erkenden vazgeçseydim.Evimizin güvenli bölgesinden uzaklaşana kadar bu aklıma gelmemişti maalesef.Benim gibi şeytanlarını cebinde taşıyan bir genci korkutmak için bu hikayelerede ihtiyaç yoktu gerçi.Panik durumunda ateşe benzinle koşmaya bayılan bir hayalgücüne sahiptim çok şükür.
Köyümüz birbirine farklı uzaklıklarda bulunan dağınık evlerden oluşmuş tipik bir karadeniz köyüydü.Yalnızca merkezdeki evler birbirine biraz yakındı.Kahvenin bulunduğu ve gitmek için yola çıktığım yer orasıydı.Yolun yarısına yaklaştığımda yola vuran ışıklarıyla, yürürken elimden tutan tanıdık evleri geride bırakmıştım.Zifiri karanlıkta uzaktaki evlerden sızan az bir ışık parçasıda ,yolun iki yanında uzayan sık fındık dallarında emilip gidiyordu.İleriye doğru baktığımda karanlıkta çakıllı araba yoluna sarkan dallar beni içine almaya hazır bir korku labirenti oluşturuyordu.Artık geriyede dönemiyordum.Arkamda bıraktığım karanlık yola bakarak bunu biraz daha yapabilirim diyordum.Korkum arttıkça ileriye doğru ilk ışıklı yola ulaşma isteğimde artıyordu.İlk yokuşu geride bıraktığımda aklıma gelen ecinni hikayelerini kafamdan kovmak için çok geç kalmıştım.
Elimde sıkı sıkı tuttuğum el fenerini önüme tutuyor yanlışlıkla yol kenarında uzanan ağaç diplerine gelmemesine dikkat ediyordum.Karanlıkta sık ağaçların dibinde kümelenen bu küçük varlıkları rahatsız etmezsem, belki onlarda beni görmezden gelebilirlerdi.Çok iyimser olmaya çalıştığımın farkındaydım ama takdir edersinizki o anda elimdeki tek silah iyimserlik ve pili bitmesin diye dua ettiğim küçük el feneriydi.

Yokuştan sonraki ilk evin yakınına gelmiştim.Onun karşısında kalan eski kullanılmayan taş örgülü evin önünden geçmek zorundaydım.Diğer evin ışığının bana yardım edeceğini umarak iki evin arasından geçmeye hazırlandım.Soldaki eski taş ev anlatılanlara göre yangından sonra kullanılmaz hale gelmişti.O yangın sırasında bir bebeğide feci şekilde kaybettiklerini anlatırlardı.Tam karşısındaki evde oturan Nihat abi (uzaktan akrabamız da olur) bazı geceler bebeğin ağlama sesini duyduklarını yemin ederek anlatırdı..Bunu hatırlamam hiç iyi olmamıştı.Birşey duymadığıma emin olarak hızlıca geçmeye çalıştım.Saçlarımın dibi karıncalanmaya başlamış ,kollarımın dirsekten üstü uyuşmuştu.Yüz ifademi düşünemiyorum bile.Taş evi geride bırakır bırakmaz tekrar karanlık yola girdim.Kısa bir karanlıktı ve neredeyse yaklaşmıştım.

Gideceğim yere ulaşmak için önümde korkularımın merkezi olan tek bir yer kalmıştı.Kahveye çıkan ,patikadan bozma rampa yol. sağ tarafı alçak bir düzlük, sol tarafı rampa boyunca tepelik fındık bahçesiydi.Adına" mezarüstü" dediğimiz bu yamaç yer dedeme aitti .Yamacın bitimi köyün mezarlığıydı.Yükselen tepe yolu karanlık hale getiriyor, tam ortada akan oluk (doğal çeşme) ise su sesiyle beraber gece ürkütücü bir hava oluşturuyordu. Yola girdiğimde keşke Palakta yanımda olsaydı diye düşünüyordum.Köy yerinde çocukken dinlediğim cin çarpma hikayelerinin merkezi genelde burasıydı.Kesik kesik nefes alırken  çeşme tarafına bakmamaya çalışıyordum.Alnımın üst kısmı uyuşmuş,bacaklarım benden habersizdi .Hafızamdaki dolaplara tıktığım korkunç hikayeler kapılarını kırmış.teker teker serbest kalıyorlardı.En bilindikleri kendilerini hatırlatmak için sıraya girmiş itişip duruyorlardı.Çeşmeye üç dört metre kaldığında bir anlığına ,sadece bir anlığına bakmıştım.Çeşmenin başındaki beyazlık oturmuş onu farketmemi bekliyordu.Aklımı koruyan kapılar rüzgarda açılıp paramparça olmuş gibiydi.Sırtımdan buz gibi sinsi bir ürperti yükseldi.Ellerim ve ayaklarım uyuşmuş kaskatı kesilmiştim.Artık kafamı çeviremiyordum, donmuş bir halde, çenem kilitlenmiş sadece bakıyordum.
Bu halde ne kadar zaman geçti hatırlamıyorum.Dizlerimin üzerine çökmüştüm.Yanıbaşımdaki hırlama sesi sanki çoook uzaklardan geliyordu ve tanıdık gibiydi.Kolumu PALAĞIN sırtına bıraktım.Bana hırlamadığını biliyordum.Yerimden doğrulmadan kalın boynuna sarıldım.O yüzümü yalarken ben hıçkıra hıçkıra ağlıyordum....









1 yorum: