21 Temmuz 2016 Perşembe

Karabasan

Hepimiz değişik isimler altında ondan bahsedildiğini duymuşuzdur.Karabasan,ağırlık çökmesi, üç harfliler gibi.İsimler değişsede o uyku halinde farkettiğimiz dehşet duygusu  değişmiyor.Herkes hayatında en az bir defa yaşamıştır.Yaşamayanda mutlaka yakınlarından duymuştur.Bilim adamları bunu basit ,kesin ve etkili çözümleri olan bir rahatsızlık olarak dile getiriyorlar.Merak ettiğim bu rahatsızlık veya onlara göre uyku felci(uykudan uyanamama durumu) neden dehşet olarak bize yansıyor.Bukadar basit nedenleri ve çözümü olan bir rahatsızlık neden beni korkutmayı seçiyor?Bu kadar basitse arada sırada güldüremezmi?Bir korkusever olarak diyebilirim ki bizi korkutan hiçbirşey basit değildir.Korku bizim yaşama isteğine duyduğumuz reflekstir."Korkuyorum o halde varım" dedikten sonra yaşadığım  karabasan öykümü anlatabilirim:

Bu ŞEY herneyse işini o kadar iyi biliyor ki ,bizi korkutabilmak için ,herzaman en zayıf, en hazırlıksız anımızı bekliyor.Bunu değişik şekilde tarif edenler var.Bazen bir karaltı, bazen hareket eden bir şekil,bazende değişik renklerde kendisine bakan bir çift göz ve yüz olarak.Benimki ise gayet standartlara uygun,korkutmaya elverişli,dehşet uyandırmaya ve çaresiz bırakmaya yönelik adının hakkını veren bir karabasandı.Kısa,ani,etkili.

Herşeyin üstüme geldiğini ve beni sıkıştırdığını hissettiğim  b*ktan bir dönem.Sırtüstü uyuduğumu düşündüğüm bir anda üzerime adeta bir martı sürüsü gibi geldiklerini görüyorum.Bu beyaz silüetlerin birbirlerini ezmeden nasıl bu kadar kalabalık olarak üstüme çullandıklarını (saçma bir şekilde) düşünüyordum.Bu silüetler boğazımı sıkıştırmaya başladıklarında beni asıl korkutan .nefes almakta zorlanmam değil ,kötü niyetlerini hissetmemdi.Konuşmuyorlar,bakmıyorlardı ama sadistçe bir zevk aldıklarını hissediyordum.Çırpınmaya çalıştıkça sayıları artıyor.yüzümü kapladıkça yaşadığım panik duygusu ,çaresizliğimle beraber tam bir dehşet tablosu oluşturuyordu.İyi bir şey olmayacaktı.Boğazımı sıkanların üzerine yenileri ekleniyor ve ben görmesemde artan ağırlıktan  üzerimin tamamen kaplandığını ve artık gücümün yetmeyeceğini biliyordum.

Çaresizlik içinde bir çözüm arayan insan bedenim benden bağımsız olarak yapabileceği ilk şeyi yapıyordu.Avazım çıkana kadar bağırmak. Kendi sesimi  duymadığımı farkettiğimde dehşetim iki katına çıktı.Ağzım açılıyor bağırıyordum ancak bu istek çığliğa dönüşmüyordu.Sessiz bir bezden oyuncak kadar çaresizdim.Kollarım ve bacaklarımda işgal edildiğinde artık kıpırdayamıyordum.Çırpındığımı ve bağırdığımı düşünsemde ,aslında hareketsiz ve sessiz olarak boğulmayı bekliyordum.Ben çırpınma isteği duydukça sayıları artıyor,çıkamayan sesimi kesmek için daha şiddetli olarak boğazıma basıyorlardı.Kalbimin çarpıntısını azaltmaya çalıştım,uykudamıydım? Belki uykudaydım belki değildim ama nefes alamıyordum.Kendimi zorlamayı bıraktım,teslim oluyordum.Nefes alamazken ,nefessiz kalarak ölmenin nasıl birşey olduğunu anlamaya çalıştım.Ölecektim belki ama bu çırpınarak olmayacaktı.Son ana kadar ölümü hissetmeliydim ve bu benim seçimim olmalıydı.Nefesimi tuttum, vücudumu serbest bıraktım ve bekledim.Üzerimdeki varlıkların heyecanlarını yitirdiğini hissediyordum.Şimdi sadist değil sadece kızgın görünüyorlardı.Çırpınmamı mücadele etmemi bekliyorlardı.İşin güzel tarafı beni bunun için zorlayamazlardı.Zaten ölüyordum.

Ölmeyi beklerken üzerimdeki beyaz silüetler artık sadece basit ağırlıklardı.Onları duymuyor,hareketsiz bir mumya gibi kendimi dinliyordum.Canları sıkılmış bir halde tek tek uzaklaştıklarını görüyordum.En son kalan üç tanesi ,son bir ümitle boğazıma bastılar ama artık çok geçti.Dehşet sınırını geçip hissizlik bölgesine inmiştim bile.Benden alacakları birşey yoktu.Son kalanda boğazımdan dizlerime doğru akıp giderken kafamı kaldırıp yüzüne baktım.Mat yeşil suratında gözlerinin yerine bir boşluk vardı.Oraya kilitlenmişken "tekrar görüşücez" diyordu sanki.




15 Temmuz 2016 Cuma

Bi UFO Gördüm Sanki!

Öncelikle dünyadışı varlıklarla bir problemim olmadığını belirtmeliyim.İsterlerse efendi gibi gelip Balat'ta işkembe,Pierre Loti'de çay içebilirler.Yada Kapalıçarşıda kafalarına fes takıp selfie çekebilirler,Laleli esnafına kazıklanabilirler.Hatta, abartı egzost takılmış doğan görünümlü şahinlerle varoş mahallelerde gürültü kirliliğide yapabilirler, beni enterese etmiyor.Dünyamızı ziyaret etmeyi düşünüyorlarsa onlara naçizane tavsiyem,egemenlik alanımızda ,erkeklerini kazıklamak kadınlarınada tecavüz etmek için hazırda bekleyen insan formunda, az gelişmiş canlılar bulunduğunu unutmamalarıdır.

Bu uzaylı arkadaşlarla  kişisel bir alıp veremediğim olamaz.Bunu belirtmemdeki amacım uzaylılar ve ufo konularına kafa yoran bir insan olmadığımı anlatmaktır.Evet zamanında Tanrıların Arabaları kitabını yutmuşluğum ,kayıp kıta Atlantis ve Mu uygarlığına inanmışlığım vardır,geçmişte (uzaylılar marifetiyle) günümüzden çok daha üstün uygarlıklar kurulduğu tezinede itiraz etmem, neticede çalışıp yapmış adamlar, emeğe saygı der geçerim.Ama arkadaşlar tüm bu kayıtsızlığım benim bir UFO gördüğüm gerçeğini değiştirmiyor.Benim deli olmadığıma ikna olduysanız (emin değilim) hikayemize geçebiliriz:

Karanlık korkumu yenmek bir yana artık zevk almaya başlamıştım.(nasıl yendiğimi ilerleyen günlerde anlatırım.sancılı bir süreçti)Karanlıkta yalnız kalmak bunalımlı günlerimde benim fotosentezim olmuştu.Bu sayede kuş gibi hafifleyip kendimce meditasyonun dibine vuruyordum.Bu ruhsal temizlenmeyi gerçekleştirdiğim bir mekanım vardı tabiki.Babamın küçük tekstil atölyesi.Şimdilerde yerine yeni toplu konutların yapıldığı, o zamanlar eski ve bakımsız bir sanayi sitesinin köşesindeydi.Yan tarafında sanayi çöplüğü olarak kullanılan geniş bir alan vardı.Akşam vakti çok yaklaşırsanız çöplük farelerinin gece dansına şahit olabilirdiniz.Ben pek tercih etmiyordum.Arada sırada bizim dükkanda ,kuytu köşelerde yakın akrabalarına rastlıyordum, pek cezbedici sayılmazlardı.Atölyede gündüz abim ve babam gece tek başıma ben kalıyordum.Bazen sabahlıyor, sıkılırsamda erkenden mobiletime atlayıp eve dönüyordum.

O gecede sabahı beklemeden saat 3 gibi atölyenin kepenklerini kapattım.Ön tarafı çöplük tarafına parketmiş mobiletime biniyordum.(diğer yol gece vakti tehlikeli olabiliyordu).Motoru çalıştırmadan etmeden önce gecenin sessizliğini iyice içime çekip gevşemiştim.Kafam bomboştu .Walkmanimin (sahi eskiden walkman vardı) kulaklığını takarken istemsizce yukarıya bakmıştım.Çöplük tarafındaki açık alanın üst kısmında kocaman daire şeklinde ,yarısı ışıklı bir ŞEY havada asılı duruyordu.

Tabiki bu sakin gecede ufo falan düşünecek halim yoktu.Merakla incelemeye başladım.Bana dönük tarafı yarım daire şeklinde ışıklıyken, gölgede kalan diğer karanlık tarafınıda gözümle seçebiliyordum.birleştirince geniş bir daire şekli oluşturuyordu.İlerdeki ilçede yüksek binaların tepesinde bir reklam panosu gibi algiladım önce.Daha sonra o tarafta böyle yüksek bir bina olmadığını düşünerek kendi tezimi çürüttüm.Çok yakın ve büyüktü.Bu yakınlıkta bir gökdelen kilometrecelerce uzaklıkta bile yoktu.Mantık yürütmeye çalışırken bir yandan daha net incelemeye başlamıştım.İçimde merak dışında en ufak bir kıpırtı yoktu.Ta ki seçeneklerim tükeninceye kadar.Mantıklı açıklamalarım sırayla bitince ,kafamdaki benden bağımsız çalışan zihin ekranımda gördüklerimle eşleşen tek birseçenek yanıp sönüyordu"UFO".İşin kötü tarafı bu ekran artık kırmızıya dönmüştü ve tehlike sinyaliyle beraber oradan uzaklaşmam için neredeyse bağıracaktı.Bu saf panik duygusu demekti.

 Hemen motoru çalıştırıp çöplüğü arkamda bıraktım ve sanayi sitesinin diğer tarafında uzanan mahallenin başlangıcına vardım. Yol sola kıvrılmış ve görüş açım değişmişti.Cisimi arkada bırakıp tehlikeden uzaklaşınca, merak duygum endişeyi kovup tekrar ipleri eline aldı.Tekrar bu sefer biraz daha uzaktan baktım.Havada asılı duran şey(başka bir tanım bulamıyordum) sağ çaprazımda kalmış ama yine olduğu yerdeydi.Üstelik bu açıdan diğer kısımlarınıda görmeye başlamıştım.Artık incelemenin anlamı kalmamıştı ,merak duygumu kenara itip, korku ve paniğe usulca yer gösterdim.Bundan utanmıyordum. Eğer şimdi korkmayacaksam ne zaman korkacaktım ki?Evime doğru hızlıca yol alırken kafamda senaryolar dönüp duruyordu.Eve ulaştım ve girişi evden bağımsız olan tek kişilik odamda yatağıma kıvrıldım.Merak,huzursuzluk ve endişe duygularıyla yorganımı üstüme çektim.Şimdi ne olacak diye düşünüyordum.Aborjin yerlilerin kendi aralarında telepatik iletişim kurduğunu okumuştum bir yerde.Belki ona benzer bir şekilde bana ulaşırlardı.Bu düşüncelerle uyuyakaldım .Uyandığımda gördüklerimi en ince ayrıntısına kadar tekrar düşündüm.İlerde soru işareti taşımamak için her bir ayrıntıyı hafızama kazımıştım.Evet görmüştüm.Ama bana dokunmayan ufo bin yaşasın anlayışıyla normal hayatıma devam ettim.Bazen konusu açıldığında içimden "evet görmüştüm "derim.Ama kimseye anlatacak kadar saf olduğumuda düşünmeyin....

NOT:Bu yazımı tamamladıktan kısa süre sonra darbe girişimini haber aldım.Saınırım bir süre ara vermem gerekecek.Ülke normale dönene kadarİçimden birşey yazmak gelmiyor.

14 Temmuz 2016 Perşembe

Palak

Sırtımdaki un çuvalı ağır sayılmazdı.Karanlıkta yere bırakmadan ,tahta kapının açılmasını bekliyordum..Henüz aralanmıştı ki aniden omuzlarıma dayanan iki  kol ve ağırlık beni neredeyse yere kapaklıyordu. Düşmemek için duvara tutunurken, açılan kapıdan amcam "Palaak" diye sert bir ses tonuyla bağırdı.

Devasa bir çoban köpeği, dili bir karış dışarda mahcup bir şekilde amcama bakıyordu.Bir kangalın sahip olabileceği heybet ve güzelliğin muhteşem uyumu, kocaman kafası ,kabarık kıvrık kuyruğu,kısa yuvarlak kulaklarıyla karşımda duruyordu.Amcam"korkma sırtındaki çuvala dalmıştır,birşey yapmaz "dedi.Beni sakinleştirirken bir yandan anlatıyordu.Palak ,baharda sürüleriyle köyden geçen yaylacıların çoban köpeklerinden biriydi..Amcamların kapısında dişi köpeğe takılmış sürüye dönmemişti.Amcamlarda ona tüy topağını andırdığı için Palak adını takıp yanlarına almışlar.Şaşkınlığım rahatlamaya dönüşmüştü.Fındık toplamaya yardım etmek için geldiğim köyde Palakla dost olmanın planlarını yapmaya başlamıştım bile.Kısa tatilimin güzel geçeceğini düşünerek iyice keyiflenmiştim.


Palakla ikinci karşılaşmamız hüzünlü olmuştu.Köpeklerin sahiplerini yardıma çağırırken çıkardığı yakarış ve inleme sesini duymuşsunuzdur.Amcamlar evlerine günaşırı uzaklıktaki fındık bahçelerine gitmişler, Palağı bir zincirle fındık dalına bağlı, sıcak havada aç susuz unutmuşlardı.İnleme seslerini takip ettiğimde Palağı bulmuştum.Çenesini, ileriye uzattığı ön ayaklarının ortasında otlara yapıştırmış kafasını kaldırmadan gözleriyle "işte görüyosun,durum bu" der gibi bana bakıyordu.Açlık ve susuzluktan olsa gerek beni karşılamak için doğrulmaya üşeniyordu.Oyalanmadan eve doğru alçak fındık dallarının altından yarı eğilip yarı kalkarak koşmaya başladım.Eve vardığımda kapının arkasında asılı duran ekmek torbasından yuvarlak koca bir köy ekmeğinin yarısını kaptım,aceleyle dolaptan birkaç parça peyniri falan poşete attığım gibi, babamların arkamdan seslenmesine aldırış etmeden kendimi Palağın yanında buldum.Kan ter içinde kalmıştım.Getirdiklerimi fazla yaklaşmadan önüne doğru hafifçe atmaya başladım.Hayvan açlıktan koca bir elektrik süpürgesi gibi verdiğim yiyecekleri silip süpürdü.En son otların içinde kalan kırıntıları bile sanki bir ressamın hassas fırça darbeleriyle dokunması gibi hızlı ama dikkatli bir şekilde topladı .koca kafası ve dişleriyle tezat oluşturan bu hali üzgün olmasam komik bile gelebilirdi.En son, getirdiğim kaba yakındaki çeşmeden su doldurup uzanacağı bir kenara bıraktım.Su içmesini bitirdikten sonra ikimizde rahatlamış gibiydik.

Birbirimizi incelerken bir yandanda  Palakla aramda bir bağ kurmak için onunla konuşuyordum.Çocuklukla gençlik arasında bir yerdediydim ,tabikide rahat durmayacaktım.Her ne kadar yaklaşmaktan korksamda özellikle çoban köpeklerinin tehdit hissetmedikçe saldırmayacağını biliyordum.Herhalde o an için kendisine yiyecek veren bu çelimsiz genç onu tehdit edecek en son kişiydi. Cesaretimi toplayıp yanına yaklaştım. Boynundaki zinciri çözerken uslu bir çocuk gibiydi.Sanırım sıkı bir dostum olmuştu.


Artık köydeki sayılı günlerim güzelleşmişti ve su gibi geçiyordu.Gündüz biraz fındık işlerine yardım ediyor,genelde Palakla beraber köyün etrafını keşfe çıkıyorduk.Bazen ben onu buluyordum bazende o beni.Eğer uzakta beni görmüşse koca cüssesinin aksine yıldırım  gibi koşup ön patilerini omuzlarıma dayar adeta beni kucaklar ,koca siyah burnunu zorla öptürürdü.Akşam olup evine döndüğünde ,bende diğer yaşıtlarımla takılırdım.Palak yanımdayken uzak dururlardı.Zaten gündüz vakti çoğu fındık bahçelerinde uğraşırdı.Akşam vakti biraraya gelirsek muhabbet eder veya uzaktaki köy kahvesine giderdik.

O akşamda kahveye giderken bizim eve seslenip beni  dışarı çağırdılar.Biraz şakalaştıktan sonra kahveye gitmek için yola çıktılar.Ben onlara katılmak istemedim.Yol uzaktı ve o yorgunluğu çekmek istemiyordum.Eve girdikten bir süre sonra yalnız kendimi yalnız hissetmeye başlamıştım.Fikrimi değiştirdim ve peşlerinden gitmeye karar verdim.Şöyle bir sorun vardıki; hala karanlıktan korkuyordum heleki gece vakti kahveye giden yol üzerinde , hakkında birbirimize ecinni hikayeleri anlatıp, başkalarından da dinlediğimiz en az iki yer vardı.

Keşke o ürkütücü hikayeleri yola çıkmadan önce hatırlayıp erkenden vazgeçseydim.Evimizin güvenli bölgesinden uzaklaşana kadar bu aklıma gelmemişti maalesef.Benim gibi şeytanlarını cebinde taşıyan bir genci korkutmak için bu hikayelerede ihtiyaç yoktu gerçi.Panik durumunda ateşe benzinle koşmaya bayılan bir hayalgücüne sahiptim çok şükür.
Köyümüz birbirine farklı uzaklıklarda bulunan dağınık evlerden oluşmuş tipik bir karadeniz köyüydü.Yalnızca merkezdeki evler birbirine biraz yakındı.Kahvenin bulunduğu ve gitmek için yola çıktığım yer orasıydı.Yolun yarısına yaklaştığımda yola vuran ışıklarıyla, yürürken elimden tutan tanıdık evleri geride bırakmıştım.Zifiri karanlıkta uzaktaki evlerden sızan az bir ışık parçasıda ,yolun iki yanında uzayan sık fındık dallarında emilip gidiyordu.İleriye doğru baktığımda karanlıkta çakıllı araba yoluna sarkan dallar beni içine almaya hazır bir korku labirenti oluşturuyordu.Artık geriyede dönemiyordum.Arkamda bıraktığım karanlık yola bakarak bunu biraz daha yapabilirim diyordum.Korkum arttıkça ileriye doğru ilk ışıklı yola ulaşma isteğimde artıyordu.İlk yokuşu geride bıraktığımda aklıma gelen ecinni hikayelerini kafamdan kovmak için çok geç kalmıştım.
Elimde sıkı sıkı tuttuğum el fenerini önüme tutuyor yanlışlıkla yol kenarında uzanan ağaç diplerine gelmemesine dikkat ediyordum.Karanlıkta sık ağaçların dibinde kümelenen bu küçük varlıkları rahatsız etmezsem, belki onlarda beni görmezden gelebilirlerdi.Çok iyimser olmaya çalıştığımın farkındaydım ama takdir edersinizki o anda elimdeki tek silah iyimserlik ve pili bitmesin diye dua ettiğim küçük el feneriydi.

Yokuştan sonraki ilk evin yakınına gelmiştim.Onun karşısında kalan eski kullanılmayan taş örgülü evin önünden geçmek zorundaydım.Diğer evin ışığının bana yardım edeceğini umarak iki evin arasından geçmeye hazırlandım.Soldaki eski taş ev anlatılanlara göre yangından sonra kullanılmaz hale gelmişti.O yangın sırasında bir bebeğide feci şekilde kaybettiklerini anlatırlardı.Tam karşısındaki evde oturan Nihat abi (uzaktan akrabamız da olur) bazı geceler bebeğin ağlama sesini duyduklarını yemin ederek anlatırdı..Bunu hatırlamam hiç iyi olmamıştı.Birşey duymadığıma emin olarak hızlıca geçmeye çalıştım.Saçlarımın dibi karıncalanmaya başlamış ,kollarımın dirsekten üstü uyuşmuştu.Yüz ifademi düşünemiyorum bile.Taş evi geride bırakır bırakmaz tekrar karanlık yola girdim.Kısa bir karanlıktı ve neredeyse yaklaşmıştım.

Gideceğim yere ulaşmak için önümde korkularımın merkezi olan tek bir yer kalmıştı.Kahveye çıkan ,patikadan bozma rampa yol. sağ tarafı alçak bir düzlük, sol tarafı rampa boyunca tepelik fındık bahçesiydi.Adına" mezarüstü" dediğimiz bu yamaç yer dedeme aitti .Yamacın bitimi köyün mezarlığıydı.Yükselen tepe yolu karanlık hale getiriyor, tam ortada akan oluk (doğal çeşme) ise su sesiyle beraber gece ürkütücü bir hava oluşturuyordu. Yola girdiğimde keşke Palakta yanımda olsaydı diye düşünüyordum.Köy yerinde çocukken dinlediğim cin çarpma hikayelerinin merkezi genelde burasıydı.Kesik kesik nefes alırken  çeşme tarafına bakmamaya çalışıyordum.Alnımın üst kısmı uyuşmuş,bacaklarım benden habersizdi .Hafızamdaki dolaplara tıktığım korkunç hikayeler kapılarını kırmış.teker teker serbest kalıyorlardı.En bilindikleri kendilerini hatırlatmak için sıraya girmiş itişip duruyorlardı.Çeşmeye üç dört metre kaldığında bir anlığına ,sadece bir anlığına bakmıştım.Çeşmenin başındaki beyazlık oturmuş onu farketmemi bekliyordu.Aklımı koruyan kapılar rüzgarda açılıp paramparça olmuş gibiydi.Sırtımdan buz gibi sinsi bir ürperti yükseldi.Ellerim ve ayaklarım uyuşmuş kaskatı kesilmiştim.Artık kafamı çeviremiyordum, donmuş bir halde, çenem kilitlenmiş sadece bakıyordum.
Bu halde ne kadar zaman geçti hatırlamıyorum.Dizlerimin üzerine çökmüştüm.Yanıbaşımdaki hırlama sesi sanki çoook uzaklardan geliyordu ve tanıdık gibiydi.Kolumu PALAĞIN sırtına bıraktım.Bana hırlamadığını biliyordum.Yerimden doğrulmadan kalın boynuna sarıldım.O yüzümü yalarken ben hıçkıra hıçkıra ağlıyordum....









12 Temmuz 2016 Salı

Banyodan Gelen Sesler

Biraz sonra başımıza geleceklerden habersiz,öğle sıcağında esneyen tombul kediler gibi televizyonun karşısında yayılmıştık.Çekirdek almak için yüzüne bakmadan uzattığım avucuma ,yine bakmadan çekirdek döken Kenan bir yandan mırıldanıyordu."Hadi oğlum dışarı çıkalım akşam oldu iyice mayıştık"."Bekle" dedim ."Sait gelsin çıkarız".
Sait bazen bizimle üçüncü kişi olarak takılan,muhtemelen zor bir çocukluk geçirmiş ( hala geçiren) ruh hali sorunlu.evhamlı ve garip takıntıları olan bir arkadaşımızdı.Bazen oturdukları evde başka bir cin ailesinin yaşadığından bahseder,arada garip şeyler anlatırdı.Sözkonusu Sait ise biz inanmaya hazırdık.Yolda baston yutmuş gibi yürür, otururkende dimdik oturur ,iki elini dizkapalarına koyarak uzaklara bakan bir heykel gibi dururdu.Kalabalık ortamlarda agresifleşir,insanlara dimdik ve buz gibi bakar ürkütürdü.Aniden gülebilir ve komik olabilirdi.Saitti işte, biz artık alışmıştık.
Telefon çaldığında Kenan yerden emekleyip uzandı.Sait arıyordu.Telefonu açan Kenanın yüzü birden ciddileşti, yerinde doğruldu.Hemen sıçrayıp kulağımı ahizeye dayadım bende. Sait hızlı hızlı konuşuyor,arada yalvarıyor sesindeki telaş ahizeden süzülüp bizide sarıyordu."Kenan çabuk gelin abi çok korkuyorum çabuk nolurr gelin!",
"Sait ne oluyo?doğru düzgün anlatsana?"
"Banyoda oğlum,banyoda dolaşıyo,beni bekliyo duyuyorum,nolur gelin oğlum yalvarırım gelin,"
"Nerdesin sen şimdi?"
"İçerde salondayım.kapıyı kapattım.ne olur gelmeden yetişin abi.lütfen hadi.seslerini duyuyorum dayanamıyorum hadi.açmasınlar kapıyı lütfen"
Sait artık ağlamaya başlamıştı.Neyden bahsettiğini sormamıza gerek yoktu.Telefonu Kenanın elinden kaptım:
"Sait sakin ol abi.Biz çıkıyoruz şimdi beş dakikaya ordayız.Bağırmayı kes ,bekle bizi,televizyonu falan aç hemen ordayız."
Telefonu kapattım.Kenan "gidiyormuyuz?" dedi.
"Manyakmısın oğlum ne gitmesi,ben acayip tırstım hayatta gidemem".
"Eee ne olcak?"
"Bişey olmaz oğlum biraz korkar geçer.Bizim teyzeoğluna devamlı musallat oluyorlardı bişey olmaz.Bir bulaşırsak kurtulamayız"
"Doğru diyosun.Yarın çıkar gelir bişey olmamış gibi"
Saitin cinleriyle tanışmamız için  arada bizi bekleyen on dakikalık bir mesafe vardı.Yada biz öyle sanıyorduk.Şu an için bu tanışma faslına cesaretimiz yoktu.Oturduk.Akşam karanlığı çöküyordu artık.Saiti konuştuk.Fazla geçmeden kapı zili çaldı.Kenan balkondan sarkıp baktı.Balkon kapısını kapatırken "Sait geldi" dedi.İçeri giren Sait gayet sakindi.Oturduk.Kenan "Noldu Sait iyimisin " dedi.Sait hiç oralı değildi.Kenanın elinden cips poşetini çekti aldı yemeye başladı.Konuşmaya çalışıyorduk ,Saitse aniden ayağa kalkmış salonda ileri geri yürümeye başlamıştı.Her turun sonunda durup yüzümüze bakıyordu.Sonra oturdu kumandayı eline alıp ardarda kanalları zaplamaya başladı.Siyah beyaz çizgilerin olduğu boş bir kanala gelince durdu.seyretmeye başladı.Yardım etmemiş olmanın verdiği suçluluk duygusuyla yeteri kadar gergindik.O yüzden Saitin saçma davranışlarına birşey diyemiyorduk.
Dışarı çıkalım diye düşünürken telefon çaldı."Kesin bizimkiler arıyor" dedi Kenan ahizeyi kaldırıken.
"Alo" dedikten sonra suratı kireç gibi bembeyaz kesildi.Ahizeyi yerine bıraktı.Saite doğru baktığında dudakları titriyordu.Kapıya yanaştı ve usulca araladı.Ne olduğunu anlamasamda iyi birşey olmadığı belliydi.Hemen yanına süzüldüm."Oğlum arayan Saitti" derken apartmanın merdivenlerini yarılamıştık bile.. Sokak boyunca arkamıza bakmadan koşarken bir yandanda aklımıza gelen bütün küfürleri saydırıyorduk....

11 Temmuz 2016 Pazartesi

Vadideki Mezarlık

Uzandığı mevzide huzursuzca sağa sola kıpırdandı.Baskın beklendiği gecelerde karakolun güney cephesinde, asuri mezarlığınıda içine alan vadiyi tepelere kadar gözlüyorlardı. Tepelerin yamacına kadar uzanan düzlükteki eski mezarlığın ürkütücü silüeti  gergin bekleyişi dahada zor hale getiriyordu.Bu manzara bazen halüsinasyonlar görüp garip tepkiler vermelerine oluyordu.Hareketli gölgeler ve bazen çalılarda ayaklarına takılan kafatası ise artık sıradan şeyler gibiydi. 
Deli Bünyamini düşünüyordu.Bazı geceler karakoldan çıkıp mezarlıkta yattığına şahit olmuşlardı.Mezarlığı sorun etmeyen tek kişiydi.Çalı ve küçük tepeciklerle kaplı vadide tek ağaç mezarlığın başındaki yabani incirdi.Bir keresinde Bünyamini oradan kaldırıp getirmek zorunda kalmıştı.
Vadiye vuran ayışığı altında mezarlık girişinde hareketlenmeler görmesiyle düşünceleri bölündü.Gözlerini kısıp tetiği ezmeye başladı.Bir an karaltılar durdu.İşte yine başlamıştı göz yorgunluğu.Parmağını tetikten gevşetti gözlerini gezdirmeye başladı. Ortalığı ayağa kaldırmanın gereği yok dedi kendi kendine.
Bakışlarını gezdirirken aynı karaltılar biraz daha ilerde ortaya çıktı.Bir yükseklik ve dağınık gölgeler vardı.İlerliyordu ve artık seçilmeye başlamıştı.Dört kişi omuzlarında bir tabut taşıyordu.Peşlerinden  tek sıra halinde gelen beş kişi yere bakarak ayaklarını sürüyorlardı.Sırtındaki yanma hissini düşünmemeye çalışarak gözlerini kapadı bir an için.Bu ses ,bu ses, ayakların sürünme sesi sanki yanıbaşında gibiydi.Donmuş bir halde tekrar gözlerini açtı ve mevziye iyice yapıştı.Bakmıyordu ama her nasılsa onu gördüklerini biliyordu ,hatta bunun için yemin edebilirdi.Oğlum Fiko kendine gel dedi.Kaldır kafanı.Cesaretini toplayıp tekrar baktı bir anda kayboldular sanmıştı ama saniyeler içinde mezarlığın orta yerine gelmişlerdi.Mesafe uzak olmasına rağmen ayaklarının sürüme sesini hala duyuyordu daha da net olarak.Girişteki incir ağacına yaklaştıklarında durdular.Bir çeşit ayinsel ritüellerle tabutu açıp ölüyü gömmeye başladılar.Benden başka gören yokmu acaba diye düşündü.Parmakları kaskatı kesilmişti ve izlemekten kendini alıkoyamıyordu.
Aniden hadi git ,hadi git,hadi git diye fısıltılar duymaya başladı.Artık içindeki paniği durduramıyordu.Ses kafasının içinde zonklarken elini boğazına götürdü.Konuşan kendisiydi ,kendi sesiydi.Sakinleşti ama hadi gidin artık diyordu sadece.Yüzünü mevziye iyice yapıştırdı.Yavaş yavaş nefes almaya başladı işlerini bitirdiklerini umarak tekrar baktı.Tepenin yamacına doğru uzaklaşıyorlardı.Son birkez durdular . boş tabutu yere bıraktıktan sonra karanlıkta kayboldular.......

NOT;Aslında hikayemiz bundan sonrada devam ediyor .devamını anlatmayı uygun görmedim.En azından şimdilik.Sahibinden anlatmak için izin alırsam belki ilerleyen zamanlarda.. 

10 Temmuz 2016 Pazar

Garip Tanışma

Başka bir hikaye ile devam ediyoruz.
Günümüzde korku ve gerilim unsurları içeren çok daha ürkütücü görsellere ve metinlere ulaşmak çok basit.Artık bir çok korkusever korku eşiğini aşmış durumda ve bizleri korkutmak çok daha zor.

Bu nedenle ürkütücü hikayeler uydurmak yerine bizzat benim veya yakınlarımın başından geçen gerçek olayların hikayeleştirilmiş biçimlerine yer veriyorum.Bunun için biraz gizem veya gerilim içermesi yeterli .Yeterki gerçek ve anlaşılmaz olsun.

Bizzat başımdan geçen bu öyküde 18 yaşlarımda Beyazıt meydanındayım.Çizgi roman döneminin sonu ,internet döneminin başındayız.Her zamanki sıkıcı bir hafta sonunda Beyazıt meydanında pazar günleri kurulan ikici el kitap ve gereksiz ıvır zıvır pazarına geldim.Niyetim ikinci el kitap ve çizgi roman alıp ,kalan paramıda büyük ihtimalle hiç bir zaman kullanmayacağım dandik bir zımbırtıya harcayıp eve dönmekti.
Meydan o pazar bayağı kalabalıktı.Bir poşet karışık çizgi roman aldım ve meydanda yerdeki tezgahlara bakınmaya başladım.Dolanırken tam karşımda zebellah gibi 40 yaşlarında tipi bozuk bir herif dikildi ve beni durdurdu.Bu kalabalıkta tanımadığım  birinin beni tanıyormuşçasına durdurması biraz canımı sıkmıştı.Aramızda şu diyalog geçti:
_selamın aleyküm delikanlı
_aleyküm selam
_memleket nere
otomatik cevap verdim_Giresun
_iyi benimkide Sivas(içimden banane ulan diyorum.)
_adın neydi
_hasan 
_Benimkide İlyas 
_Nerde oturuyosun
_Bayrampaşa
_Bende Fatihte
Artık neden cevap verdiğimi bilmiyordum.Oldu o zaman deyip bir soru daha sormasına fırsat vermeden arkamı dönüp ödüm mokuma karışmış vaziyette kalabalığa katıldım.Beyazıt caminin avlusuna girdiğimde herhalde deliydi diye düşünüyodum.Gölgeye oturup  barbar conanın altın seri kitabını okumaya başladığımda herşeyi unutmuştum.Biraz dinlendikten sonra eve gitmek için kalktım.Çınaraltından girip tekrar kalabalığa karıştım.Bir yandanda garip adamı düşünüyodum.
Meydana çıktığım zaman artık gayri ihtiyari arkama baktım .Biriki adım atmıştımki kafamı önüme çevirdiğimde aynı herif karşımdaydı.Karşımda görmekten çok ,benimle ilk defa karşılaşmış gibi boş bakışları beni korkutmuştu.Ben ağzımı açmadan sormaya başladı . aynı diyalogun farklı versiyonunu yaşıyordum:
_selamın aleyküm
_aleyküm selam (noluyo lan)
_memleket nere
_giresun
_iyi benimkide Erzurum(lan biraz önce sivas değilmiydi)
_adın neeydi
_hasan
_Benimkide Mustafa(az önce ilyastı ama diyorum içimden)
_nerde oturuyosun
_Bayrampaşa
_Bende üsküdarda
Yüzüne bakıyordum .Sanki bana ilk defa aynı şeyleri soruyormuş gibi gayet ciddiydi.Bu diyaloğun uzamasını istemiyordum ama deli olma ihtimaline karşılık ters bir cevapta veremiyordum.Derken  oldu o zaman kal sağlıcakla diyerek konuşmayı bitirdi(galiba öyle hatırlıyorum).Artık sıcaktan değil soğuktan terliyordum.Meydanın merdivenlerini inerken acaba ne tarafa gidiyor diye meraktan gebermeme rağmen korkudan tekrar dönüp arkama  bakamadım.Bir yandanda acaba biraz daha kalsam aynı dejavuyu kaç kere yaşayabilirim diyordum kendi kendime.....


Bir Yolculuk Öyküsü(çubuk kraker)

Merhaba.Öncelikle sıkıntı olmaması için yer ve kişi isimlerinin hikayede değiştirildiğini belirtmeliyim.Gerçek olup olmadığına inanmak sizin değerlendirmenize kalmış.açıkçası benim için önemli değil .önemli olan iyi bir hikaye okumanız.şimdi anlatmaya  geçebiliriz.

Sıcak bir ağustos günü üç arkadaş bir işimiz halletmek için Samsuna doğru otomobille yola çıktık.Camlar açıkken bile sıcak rüzgar ve güneş, asfalt kokusuyla birleşip yüzümüzü kavuruyor ve açık havanın tadını almamızı engelliyordu.bu şekilde 5 saatlik bir yolculuktan sonra Merzifon yakınlarına geldik.
Sıcaktan iyice kavrulmuştuk cumartesi öğle saatleriydi.otobandan çıkıp köyiçlerinde serin bir yer bulup biraz pineklemeye karar vermiştik.Bozuk tarla yollarından uzaklarda görülen ağaçlık yere gitmeye başladık.Çok geçmeden arabanın altını bir tümseğe vurduk.BUhiç iyi olmamıştı.Biraz uzaklaşıp kontrol edince karteri deldiğimizi anlamıştık.Araç yağ eksiltiyordu ve bu halde fazla devam edemezdik.Uzaktan minaresi görülen köy merkezine doğru devam ettik.Tamirci olmasada en azından bir çekici çağırmak veya durumun vehametini anlamak amacındaydık.
Köye yaklaşırken arazisinde iki tane hurda araba ve traktör olan iki katlı sıvaları dökülmüş bir ev gördük.Tamirci olmasada en azından yardımcı olur diye düşünerek durduk ve eve yaklaştık.evin girişinde iki basamaklı bir merdivenin ortasında kırmızı bir çubuk kraker ambalajı içine taş koyulmuş sıcak rüzgarda sağa sola dansediyordu.Kapıda seslendikten sonra evin yan  tarafında kümese benzer yerden gıcırtıyla bir kapı açıldı ve terden sararmış atleti ve zayıf vücuduyla adının Nizam usta olduğunu öğreneceğimiz adam çıktı.
Nizam usta zayıf uzun boylu ,boğazında konuşmaya yarayan ses cihazı olan ,yüzüne neredeyse gölge yapacak kadar büyük burnu olan garip bir tipti.Pek konuşkan olduğuda söylenemezdi.Kısaca sorunumuzdan bahsettik.Nizam usta duruma baktı ve önceden beyaz olduğunu tahmin ettiğim ,boğazındaki ses aletinin kirden kararmış düğmesine basarak hırıltılı bir sesle konuşmaya başladı.
Tamirci aramanıza gerek yok, karter delinmiş ama bu tatil gününde ancak iki gün sürer yapmam dedi.çekici çağırabilirsiniz yada iki, gün beklersiniz dedi.İlçe merkezinden kiralık araç bulup yola devam edebilirmiyiz dedik.Bilemem ama kapıda bir arabam var işinizi halledip dönüşte arabanızı alabirisiniz dedi.Arabaya baktık  eski bir kahverengi ford Taunustu araba.Sorunumuzu halletmiş gibiydik.Taunusa binmeye hazırlanırken Nizam usta yalnız arabama dikkat edin içinde sadece çubuk kraker yiyebilirsiniz dedi.Arkadaşım fikret hemen lafa girdi :merak etme usta kraker falan yemeyiz dedi sırıtarak.Nizam usta sadece çubuk kraker yiyin diyerek Fikreti tersledi ve Receep diye seslenerek kapıyı açıp içeri girdi.Garip adam diye düşünerek yola koyulduk.
Taunus eski olmasına rağmen beklediğimizden daha rahattı.Arka koltuktaki serkanın koltuğu ıslak hissetmesi ve arabadan gelen leş kokusu haricinde bir sıkıntımız yoktu.Samsuna varana kadar kokuya alışamadık.Çubuk kraker muhabbetinden sonra yolda durup bir şey yemek  içimizden gelmemişti.Samsuna vardık işlerimizi halledip dönüş yoluna geçtik.
Nizam ustanın evine gelmiştik.Aracımız bahçedeydi.Taunusu parkettik ve eve yaklaştık.Kimse yok gibiydi.Biraz bekledikten sonra tekrar taunusa binip köye bakmaya karar verdik ancak araç çalışmıyordu.Biraz uğraştıktan sonra kendi aracımıza baktık tamir edilmiş gibiydi ve anahtarı üstündeydi.Bindik ve köye doğru gittik.
Köy kahvesine gelmiştik kahveciye Nizam ustayı sorduk.Yüzümüze garip garip baktı.Yakınımıydınız dedi.Hayır kendisiyle işimiz var dedik.Kahveci Nizam ustayı nerden tanıyorsunuz bilmiyorum ama 5 sene önce öldü kendisi dedi ve biz birşey sormadan anlatmaya başladı:
Nizam usta köyün girişinde traktör tamiriyle uğraşıyordu.Ölmeden 6 ay kadar önce karısı ortadan kaybolmuş Nizam ustayı terketmişti.Nizam 6 yaşındaki küçük oğlu Receple başbaşa kalmıştı.Sevimli bir çocuk olan Recep köyün diğer çocuklarına pek karışmaz her gördüğümüzde kapı eşiğinde elinde bir çubuk krakerle babasını çalışırken seyrederdi.Bir gün bir silah sesi duyduk.Nizam elinde av tüfeğiyle arabasında boğazına sıkarak intihar etmişti.Oraya vardığımızda Recepi göremedik.daha sonralarıda ne kadar aradıysak ne kendisini nede cesedini bulamadık.Bizim köylüler ve çocuklar pek yaklaşmaz o araziye bir yakınıda çıkmadı zaten.
Donakalmıştık ,köyde kaç tane Nizam olabilirdiki,kahveciye birşey diyemedik tekrar araca binip Nizam ustanın yerine yaklaştık. Kapıda sadece kaportası kalmış bir araç vardı ve biz onun aramızda konuşmadan bindiğimiz ford taunus olduğunu biliyorduk.İki katlı ev yarısı yanmış bir harabeydi.Yaklaşırken gayriihtiyari hızlanmaya başladım,hiç durmadan yoldan geçtim.Arka koltuktaki Serkan arkaya dönüp baktığında orda! orda! diye bağırmaya başladı.Küçük Recep elinde çubuk kraker poşetiyle kapıda durmuş bize bakıyordu.Dikiz aynasında gördüğüm şeyin göz yanılsaması olduğunu dileyerek Boluya kadar hiç durmadan sürdüm........